Acılar dayanılmaz olduğunda gelir çoğu insanın aklına ölüm. İflas edildiğinde, aldatıldığımızda, bir başka ölünün ardından, çekilen acılar bitmeyecekmiş gibi geldiğinde “Bitmesi gereken hayattır belki de!” diye düşünülür. Oysa ben tam tersini düşünürüm hep; en çok ölmek istediğim anlar en mutlu olduklarımdır. Acı çekerken de ölmek istemedim değil; ama mutluyken ölebilmekti tercihim. Ölemedim, uğraştım ama beceremedim.

En çok bir sinemada ölmek istedim. Bana her dokunuşunda “Tanrım, ne olur al canımı!” diye yalvardım. Biliyordum; bir daha böyle bir şey yaşayamayacağımı seninle. Ve bir yandan o birkaç saniyenin hazzı sarsarken beynimi, saniyenin dakikalara, günlere, yıllara, ömürlere eremeden biteceğini bilmek durduruyordu delice atan kalbimi.

Dokunuluyordum… Zevkten ve acıdan ölüyordum.

İlk kez bir yıl önce gitmiştik seninle sinemaya. Film Altıncı His. Sen ısrar etmiştin. “Korkarım ben, sevmem öyle filmleri, başkasına gitsek?” dediğimde sen kesin bir sesle “Hayır.” demiştin. Ben razıydım gerçi her filme, her şeye. Seni görecektim ya, iki saat yanımda olacaktın ya!

“Klasik sevgililer gibi bir şey yapıyoruz!” diye sevindim. Sinemaya gitmek büyük olaydı bizim için, aslında senin için. Bar bar gezmek, deliler gibi içmek, o arabadan inip bu arabaya binmek sonra da yarı sarhoş gelip kendimizi yatağa atmaktı bizim sevgililiğimiz. “Ben öyle sıradan sevgililer gibi olamam, bu seninle değil benimle ilgili bir şey. Evlenilecek, sevilecek, anne olacak kadınsın. Ama ben sana bunları verebilecek erkek değilim.” diyecektin zaten bana 5 Aralık 2001 gecesi.

Hiç söylemedin beni sevdiğini… Kim bilir belki sevmedin de?

O kadar istediğin, gidelim, diye tutturduğun filmin beşinci dakikasında uyuyakaldın. Oysa ben neler hayal etmiştim. Klasik sevgililer gibi olma yolunda ilk adımımızdı ya bu, belki bir adım daha atardık. Mesela sen benim elimi falan tutardın. Salona öyle girerdik. Sonra mısır alırdık. Gerçi ben nefret ederim ama boş ver! Keşke birazcık para sıkıntımız da olabilse. Bileti ittir kaktır alsak da mısıra paramız kalmasa. Tam bir bitli öğrenci aşkı yaşayabilsek seninle.

Olmadı… O gece için dilediğim hiçbir şey olmadı… Olmadık.

Sabah ezanının sesiyle uyanınca dua etmeliymişiz, bir şeyler dilemeliymişiz. Yaptım, hem de defalarca; ama işe yaramadı. Suç ne yukarıdakinde ne de bu saçma hurafeye beni inandıranlarda. Suç bende. Aklımdan seni dilemek geçerken bile hep bir şeyler engel oldu bana yıllarca. Biliyordum olamayacağımızı. Onun için tanrımdan seni değil, “Hayırlısı”nı diledim. Bu kadar imkansızdık gözümde.

Yalan söyledim; hem sana, hem bana, hem de Allah’a…

Aradan bir yıldan daha uzun zaman geçmişti ve tekrar birlikteydik; ama vaktinde yaşanamamışların yükü ve bu yükün getirdiği yorgunluklar vardı bu kez hayatımızda. Mesela benim sevgilim vardı, seninse birkaç tane, her zamanki gibi. Ama mutlu sayılırdık. İlk kez keşfediyorduk içimizdeki “arkadaş”ı. Birlikte salata yapmanın keyfini sürüyorduk. Sataşmaların, espriyle karışık laf atmaların tadına varıyorduk seninle ilk kez. Birlikte televizyon seyrederken kavga edebiliyorduk, o kanal mı bu kanal mı, diye ve sonunda Hababam Sınıfı’nda sabitlenebiliyorduk. Ne güzel değil mi sevgilim? Arada bir de olsa klasik sevgililer gibi olabiliyorduk.

Neden peki? İki yıl boyunca yaşamaya çalıştığım ilişkinin ayak seslerini neden üçüncü yılın başında çook derinlerden duyabiliyordum? O iki yılı neden çöpe atmama sebep oldun?

Aşkım bitmiş sana farkına varamadan. Ne acı değil mi? Alışkanlığımsın sen. Her sabah düşünüyorum hala, “Acaba yanında kiminle uyandı bu sabah?” diye. Ya da “Geçen cumartesi nereye gitmiştir?” diye.

Hala her şeyimsin… Ama elimde değilimsin.

Sen vantuzlu sevgililerinden ben de saftirik sevgilimden fırsat buldukça arıyorduk ya birbirimizi, ben her telefondan sonra emindim artık beni aramayacağına. “Almıştır hevesini, beş altı ay yine aramaz.” dedikçe sanki inadına arar olmuştun. Ne yapacağımı bilemiyordum. Geçmiştim senden. Pardon senden değil, asla, “biz”den geçmiştim ben. Asla olamadığımız şeyden!

O gün yine aramıştın. Halbuki konuşalı daha ya beş ya da altı gün olmuştu. Beklenmedik bir an, yemek masasının ortası… Hızla devrilmeye çalışılan kadehlere inat konuştukça konuştuk. Sonunda da dedin ki; “Bu aralar ne var sinemalarda? Ne zamandır haberim yok, bir plan yap da Perşembe gecesi çıkalım.”

Plan, bana ait. İki gün önceden aranılıp haber veriliyorum ki işim olmasın. Çünkü biliyor artık bütün gün oturup aramasını beklemediğimi.

Perşembe gecesi… Salak bir filme gidiyoruz, salak bir saatte. Salak olmayan ama gecenin o saatine kadar salak insanlarla uğraşa uğraşa salaklaşmış bir kıza parayı ödemeden birkaç dakika önce dönüp, bana “Çok güzelsin sen bu gece.” diyor Aklıma geliyor bir yıl önceki halim; ne yazık bana. Kaçtı ama artık tren aşkım. Güzelim, evet hem de çok, çoğu zaman. Ama sen en güzellerimi kaçırdın hep. Bir daha da o kadar güzel olamayacağım asla. Güzelliğimi çalan kıskanç cadımsın. Bir de “aşk böceği”msin!

Küçük bir salon, boş sayılır. İşten çıktığı için yorgun. Yetmezmiş gibi bir de sporunu aksatmadan gelmiş, uyudu uyuyacak. Ama umurumda değil bu kez, ben filmi seyredeceğim. Başıma gelecekleri az çok tahmin edebildiğim için film bu kez gerilim değil, komedi. O istediği kadar uyuyabilir, ben de rahat rahat filmimi seyredebilirim böylece.

Ama uyumadı o gece… Keşke uyusaydı.

Bacak bacak üstüne atmış sağa meyilli otururken elimi koyacak yer bulamadım bir an, yanlış anlamasını istemedim, tutsam dizime yakın yere koysam anlam çok açık; “Tutsana elimi hıyar!”. Ama istemiyorum ki böyle bir şeyi, hele zorlamayla hiç ama hiç istemiyorum. Film de başladı bile zaten. Kadınım Catherine Zeta Jones beyaz perdeyi şereflendiriyor. Ama o da ne? Seks ilahesi olarak gördüğüm kadın beni dumurlara uğratıyor! Meğer kadıncağız gögüs kıtlığı çekenlerdenmiş! Ben onun hep dolgun gögüslü olduğunu düşünmüştüm halbuki! Şaşırıp kalmışım bir an.

O sırada bacağımda bir sıcaklık hissettim ve anlam veremedim ilk başta. Hayır senaryom böyle değildi; senin uyuman lazım en sevdiğim sevgilim. Arap atları gibisin, sonradan açılıyorsun ama uyu lütfen zorlaştırma işlerimi!

Uyumadın o gece… İyi ki de uyumadın be!

Bacağımda gezinen elinin o sıcaklığı için neler verirdim geçen sene. Yine de veririm bilsem sadece o gecelik olmayacağını. Ama biliyorum sonumuzu. Aldatacaksın beni belki yüzüncü kez ve acı çekeceğim ben deliler gibi. İsteyemiyorum bu anı bile doyasıya. Tutamıyorum elini.

Ama sen tutuyorsun inatla. Çekmeye çalışsam beceremeyeceğim, zaten istemiyorum da. Ama çekmesem devam etsem hissetmeye sıcaklığını aşık olacağım tekrar ve tekrar. Hiç yol yok mu “biz”im için be aşkım? Yoksa bile açamaz mıyız bir denesek?

Sırt kaşıntısı, dur bir dakika şu elimi kurtarayım, ay bak sen saçım da önüme düşmüşmüş…

İstemiyorum… Hayır yalan söylüyorum… İstemekten “isterik” oluyorum!

Tutuyorsun bırakmıyorsun. Öyle laf olsun diye de değil üstelik. Avucunun içine alıp okşuyorsun. Bir elin elimi hapsederken diğeri boynumu okşuyor. Tüm hücrelerimi esir ediyorsun bir kez daha tenine. Ne adilik senin bu yaptığın! Avcumda bu kez dudaklarının sıcaklığı… Neden? Yapma biliyorum, sevmiyorsun beni!

Belli etmemeye çalışıyorum ama kalbim deliler gibi atıyor. Arada sırada ben de okşuyorum senin elini, yapmak istediğim bu değil aslında. Deliler gibi öpmek istiyorum seni sabaha kadar. Ağlayarak sevişmek istiyorum, sonra da bedenine sarılmış halde uyumak, günlerce.

Tutuyorsun elimi, elinin içinde kalbim. Farkında değilsin belki de. Bir anda parlıyor tepemizde ışıklar… Ara…

“Oh!” diyorum içimden; “Ara oldu, gider şimdi bir yerlere!”. Gitmiyorsun. Bir elin hala boynumda, başınsa omzumda… Bakıp gülümsüyorsun. Ben de sana. Ve bir anda, yavaş yavaş yaklaşıp öpüveriyorsun beni.

Tanrım ne olur al canımı!!!

Etkilenmemem lazım daha fazla biliyorum. Ama durduramıyorum içinden gelenleri artık. Elinin sıcaklığı ısıtıyor tüm yüzümü, boynumu. “Yeter artık, bak sonra elin kadın parfümü kokacak, karizmayı çizdirecen olluuumm!” diyorum olabildiğince yalan bir vurdumduymazlıkla. “Olsun, ben zaten bütün vücudumun ‘sen’ kokmasını istiyorum.” diyorsun.

Tanrım eğer varsan alırsın canımı!!!!!!

Almadı canımı. Mutluluktan ölmek istedim o gece. Sevildiğimi hissetmenin verdiği hazdan ölmek istedim ailemi, arkamdan ağlayacakları düşünmeden. Bir kez olsun senin olmak istedim. Benim olduğunu hissetmek istedim.

Olmadı…. O gece Tanrı yaşamama karar verdi… Yaşıyorum…. Israrla ve inatla… İsteksizce ve umutsuzca… Ama mutluyum; almışım alacaklarımı vaktinde senden… Artıklarım diğer kadınlarına hediyem olsun!

Konuk Yazar