Baharın gelişi her kültürde önemli bir yer tutmuş, Kuzey Yarımküre kültürlerinde coğrafyaya bağlı olarak çeşitli tarihlerde kutlanmıştır. Her kültürde farklı isimler alan bahar kutlamaları sonuçta, insanlığın ilk döneminde kışın soğuğundan, karanlığından ve yiyecek sıkıntısından kurtulmasının da kutlanmasıdır aynı zamanda.

Aynı şekilde de havaların ısınması, günlerin uzaması, Doğa’nın yeşil bir örtü ile örtünmesi, çiçeklerin açması bizi de, şehirde betonlar arasında yaşayanları da etkilemektedir. Artık İstanbul’da çok kısa süren bahar, yine de  erguvanlarıyla, git gide azalan yeşillikleri ve ağaçlarıyla, hatta daha ılık esen lodosuyla bir başka güzeldir.

Bahar bana hep küçüklüğümün geçtiği Çengelköy’ü anımsatır. O zamanlar varolan yeşillikler, bostanlar ve artık göremediğimiz, Tanrısını kaçırdığımız, Bekâr Deresi – ki babam zamanında orada balık avlarmış- baharı bir başka güzel yapardı.

derKi için bahar konusunu yazmayı düşündüğümde önce Keltik pagan bayramlardan başlamak istedim. Ancak biliyorum Atheneris çok güzel yazacak bunları, günümüzde kutladığım pagan günlerini bir kenara bırakıp, eski adetlere bakmak istedim.

Bahar denince aklıma Çengelköy geliyor dedim ya! O zamanlar orada hâlâ Rumlar vardı. Yazın Ayazma civarında yapılan eğlencelerde son laternacıyı da görmek kısmet oluyordu. İşte bu düşüncelerle iki bahar kutlamasına, Hıdırellez ve Aya Yorgi (Saint George) gününe odaklanmak daha hoş geldi. Kökenleri pagan adetlerine dayanan bu iki kutlamanın öyküsü de diğerleri kadar hoştur.

HIDIRELLEZ

Kendimi bildim bileli Hıdırellez kutlamalarına şahit olurdum. Öyle abartılı kutlamalar olmazdı. Annem ve arkadaşları toplanırlar, bazen ateş yakarlar, ama mutlaka gül fidanı dibine bir şeyler gömerler , taşlardan evler yaparlardı. Hâlâ da bu adet sürmektedir.

Hıdırellez Türk-İslam kültürünün en ilginç kutlamalarından biridir.

Türk kültüründe de, zorlu ve sert geçen kışlardan sonra Bahar kutlamaları büyük önem taşımaktadır. Zaten Bayram sözcüğü bile Divan-ı Lugat’it Türk’te “Bedhrem, halk arasında gülme ve sevinme, bir yerin ışıklarla ve çiçeklerle bezenmesi ve orada sevinç içinde eğlenilmesidir” diye tanımlanmaktadır. Bahar da Doğa’nın çiçeklerle bezenmesidir. Buna bir örnek yine Divan’ı Lugat’it Türk’te geçmektedir :

“Türlüg çeçek yarıldı,

Barçın Yadhım kerildi

Uçmak yeri körüldi,

Tumlug yana kelgüsüz “

(Baharda türlü çiçekler açıldı / Sanki ipek kumaştan döşek serildi / ennetin yeri görüldü / Zaman ılıdı, soğuk hiç gelmeyecektir)

Bu tür kıtalar Divan’ı Lugat’it Türk’te sıkça bulunmaktadır.

Türk kültüründe bahar kutlamalarını değişik tarihlerde görmekteyiz. Örneğin Hunlarda ve Göktürklerde bu yaklaşık Haziran civarına denk gelmekle beraber, Kazak ve Kırgızlarda kutlamalar  Mayıs başında yapılmaktadır.

Türklerde Yılbaşı ise baharın başlangıcına denk gelmektedir. Bu mevsimde Doğa’nın canlanması Türk takvimlerinin de başlangıcı olmuştur.

Türk kültürü ya da Türkler dediğimizde aslında çok geniş bir coğrafyadan ve farklı topluluklardan söz etmekteyiz. Bu nedenle akla homojen ve tek bir kültür gelmemelidir. Anadolu kültürü  dediğimizde bile yöresel bir çok farklılıklarla  karşılaşmaktayız. Ancak bizim yasadığımız coğrafyaya yakın bu adetleri, kendi yaşantımızdaki pagan izleri bulmak için inceleyebiliriz. Bu nedenle ilgi alanımız bundan sonra daha çok eski Anadolu ile Azerbaycan’ı kapsayacaktır.

Yapılan araştırmalar, Türk kavimlerinde Yılbaşı’nın Bahar Ekinoksu olan 21 Mart veya civarına denk geldiğini göstermektedir. Bazı kaynakları incelersek, Kutadgu Bilig, ilkbaharın başlangıcını Koç burcunun başlangıcı ile birleştirmekte ve “Kozı yazkı yulduz basa ud kalir” demektedir. Divan-ı Lugat’it Türk’te de Oniki Hayvanlı Türk Takviminin başlangıcının , yani Yılbaşı’nın 21 Mart olduğu ve “Yılbaşı Nevrûz ile başlar” ifadesi bulunur. (Osman Turan aynı fikirde değildir. Bkz. TURAN Osman, Oniki Hayvanlı Türk Takvimi, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2004)

Nevruz / Newroz konumuz olmadığı için  bu konu üzerinde durmayacağız ve asıl bizi ilgilendiren, yine bir bahar bayramı olan Hıdırellez’e geçeceğiz.

Hıdırellez ile ilgili olarak yaygın olan inanç, önceleri Hızır ile ilgili bir gün olmasına rağmen, daha sonraları, Hızır ile İlyas’ı bir araya getiren bir kutlama haline gelmesidir.

Hıdırellez günü genellikle 6 Mayıs’ta kutlanır. Bazı yörelerde 5 Mayıs bayram günü, 6 Mayıs Hıdırellez günü olarak kabul edilmekte ve törenler düzenlenmektedir. Hıdırellez günü (Rüz-ı Hızır) halk takviminde yazın başlangıcı olarak kabul edilir.

Türkler arasındaki halk takvimine göre bir yıl iki ana bölüme ayrılır. Hıdırellez gününden (6 Mayıs) 8 Kasıma kadar süren devre 186 gün olup Hızır günleri adıyla anılır. Bu dönem yaz mevsimi olarak adlandırılır. 8 Kasım’dan 6 Mayıs’a kadar süren ikinci devre kış devresi olup Kasım günleri olarak adlandırılmakta ve 179 gün sürmektedir.

Türk kültüründe bu kadar yer etmiş olan bu özel gün aslında bir bahar kutlamasındır. Ancak daha sonra İslam kültürünün de etkisi ile Hızır efsanesi bu kutlamaya karışmıştır.

HIZIR KİMDİR ?

Hızır ile ilgili inançların pek çoğu halk arasında yaşayan efsanelerdir. İslam kaynaklarında ise farklı bir Hızır ile karşılaşırız. Önce İslam kaynaklarından incelememiz gerekirse, Kuran’da Kehf Suresi’nde Hızır’dan sözedildiği iddia olunur. Bu kıssa Kuran’da Kehf Suresi’nde şöyle geçer :

« 60.Bir vakit Musa genç adamına demişti ki: “Durup dinlenmeyeceğim; tâ iki denizin birleştiği yere kadar varacağım, yahut senelerce yürüyeceğim.” 61.Her ikisi, iki denizin birleştiği yere varınca balıklarını unuttular. Balık, denizde bir yol tutup gitmişti. 62.(Buluşma yerlerini) geçip gittiklerinde Musa genç adamına: Kuşluk yemeğimizi getir bize. Hakikaten şu yolculuğumuz yüzünden başımıza  sıkıntı geldi, dedi. 63.(Genç adam:) Gördün mü! dedi, kayaya sığındığımız sırada balığı unuttum. Onu hatırlamamı bana şeytandan başkası  unutturmadı. O, şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti.  64.Musa: İşte aradığımız o idi, dedi. Hemen izlerinin üzerine geri döndüler. 65.Derken,  kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet vermiş, yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik. 66.Musa ona: Sana öğretilenden, bana, doğruyu bulmama yardım edecek bir bilgi öğretmen için sana tâbi olayım mı? dedi. 67.Dedi ki: Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin. 68.(İç yüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin? 69. Musa: İnşaallah, dedi, sen beni sabreder bulacaksın. Senin emrine de karşı  gelmem. 70.(O kul:) Eğer bana tâbi olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma! dedi. 71.Bunun üzerine yürüdüler. Nihayet  gemiye bindikleri zaman o gemiyi deldi. Musa: Halkını boğmak için mi onu deldin? Gerçekten sen (ziyanı) büyük bir iş yaptın! dedi. 72. Ben sana, benimle beraberliğe sabredemezsin, demedim mi? dedi. 73.Musa: Unuttuğum şeyden dolayı beni muaheze etme; işimde bana güçlük çıkarma, dedi. 74.Yine  yürüdüler. Nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında hemen onu öldürdü. Musa dedi ki: Tertemiz bir canı, bir can karşılığı olmaksızın (kimseyi öldürmediği   halde) katlettin ha! Gerçekten sen fena bir şey yaptın! 75. Ben sana, benimle beraber (olacaklara) sabredemezsin, demedim mi? dedi. 76.Musa: Eğer, dedi, bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana arkadaşlık etme.  Hakikaten benim tarafımdan (ileri sürebilecek) mazeretin sonuna ulaştın. 77.Yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar. Hemen onu doğrulttu. Musa: Dileseydin, elbet buna karşı bir  ücret alırdın, dedi. 78. şöyle dedi: “İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim.” 79.“Gemi var ya, o, denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onu kusurlu kılmak istedim. (Çünkü) onların arkasında, her (sağlam) gemiyi gasbetmekte olan bir kral vardı.” 80.“Erkek çocuğa gelince, onun ana-babası, mümin kimselerdi. Bunun için  (çocuğun) onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından korktuk.” »

Kuran’da geçen bu kıssa başlıbaşına bir inceleme konusudur. Özellikle de bu kıssanın Ashâb-ı Kehf ve Zülkarneyn kıssalarının anlatıldığı Kehf suresinde olmasından dolayı. Ayetleri incelersek , Hızır’ın kim olduğunu  anlayabiliriz.

Öncelikle, bazı konulara dikkat çekmek gerekmektedir. Burada anlatılan kişinin kim olduğu belli değildir, sadece “kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet vermiş, yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.” denilmektedir ve Sure boyunca adı verilmemektedir. Ancak, tefsir alimleri ve sahih Hadis kitapları bu kişinin Hızır olduğunu belirtmektedirler.

Öte yandan, buradaki Musa’nın peygamber Musa olup olmadığı da tartışmalıdır. Hızır’ın Musa’ya sağladığı üstünlük , bazı İslam alimlerinin bu kişinin Musa Peygamber değil , Musa b. Mişa olduğunu iddia etmelerine neden olmuştur. Ancak, Buharî, Müslim, Tirmizî, Nesaî ve diğer sahih hadis kitaplarında rivayet olunduğu üzere Said b. Cübeyr şöyle demiştir: «İbnü Abbas’a dedim ki: “Nevf-i Bükalî, Hızır’ın arkadaşı olan Musa’nın, İsrailoğulları’nın peygamberi olan Musa değildir iddiasında bulunuyor.” Bunun üzerine İbnü Abbas: ‘Allah’ın düşmanı yalan söylemiş’ deyip uzun bir hadis ile bunun bilinen Hz. Musa olduğunu Resulullah’tan naklederek anlatmıştır.»

Sahih Hadis kitaplarına göre bu kişi Hızır olarak kabul edildiğine göre artık biz de bundan sonra bu mucizevi kişiye Hızır diyebiliriz.

Ayetlere geri dönersek, iki denizin birleştiği yer ilk ilgimizi çeken semboldür. İslam alimleri buranın neresi olduğunu araştıradursun, buradaki sembolik anlatımın, her iki ilmin birleştiği yeri (dini ve ledünn) belirttiği aşikârdır.

Musa genç arkadaşı (bu genç arkadaşının hizmetçisi olması muhtemeldir)  ile bu mucizevi şahsı ararlarken, bu iki denizin birleştiği yerde balıklarını unutmuşlar ve balık canlanıp kaçmıştır. Burada balığın “canlandığını” rahatça söyleyebiliriz, çünkü yanlarına yiyecek olarak aldıkları balığın canlı olma olasılığı çok azdır. Zaten bu bölümün Gılgamış efsanesi ile de benzerliği aşikârdır. (Gılgamış’ın Utnapiştim’i bulması) Oraya vardıklarında ise bu kişi ile karşılaşırlar. Bu kişi yukarıda Hadis’lere dayanarak belirttiğimiz gibi Hızır’dır. Daha sonra da Hızır’ın kerametleri gelir.

Burada bir ilginç nokta ise daha önce de belirttiğimiz gibi Hızır’ın Musa karşısındaki üstün durumudur. İslam alimleri bu konuda çözüm bulmak konusunda, Musa’nın ilminin  şer’î hükümleri bilmek olduğunu ve dış görünüşü göz önünde tutmak olduğunu, buna karşın, Hızır’ın ilminin ise işlerin iç yüzünü bilmek olduğunu söyleyerek çözüm bulmuşlardır. Kaldı ki,  Sahih-i Buharî’de rivayet edildiğine göre, Hızır şöyle demiş: “Ey Musa! Ben Allah’ın ilminden bana öğrettiği bir ilim üzereyim ki, sen onu bilmezsin. Sen de Allah’ın ilminden sana öğrettiği bir ilim üzeresin ki ben onu bilmem.”

Öte yandan Tasavvuf içinde de Hızır’ın mürşitlik gibi önemli görevi vardı, hatta Hızır bir makam olarak da düşünülmekteydi. Bu bağlamda Hızır ile ilgili tarikatlar da varolmuştu.

İşte İslam’daki Hızır’ı bu şekilde inceledikten sonra, toplumdaki Hızır inancına bakabiliriz.

Hepimizin bildiği gibi Hızır, zor anlarda yetişen, değişik şekillerde ya da kıyafetlerde ortaya çıkabilen mucizevi bir kişidir. Bu konuda oldukça geniş bir külliyat vardır. Hatta Hızır’ın mekanı/makamı olan yerler de vardır. Bizim konumuz bahar kültü olduğundan bunlara yer veremiyoruz ,ancak bu konuda araştırma yapmak isteyenler bize yazabilirler.

Çağlar boyu Hızır’a ait bu tür kıssalar anlatılmıştır. Bu bağlamda, Hızır’ın sonsuz hayatı olup olmadığı tartışılmıştır. Ancak, Kuran’da kesin ifade ile Muhammed’den öncekilere böyle bir lutufta bulunulmadığı belirtildiği için farklı açıklamalar da yapılmıştır.

Kanımızca , bu şekliyle Hızır inancını, aslında kendimizde olan bir gücü çağırmak olarak yorumlamak çok daha doğrudur. Nitekim, İbni Arabi’nin takipçileri olan Abdurrezzak Kâşani, Davûd-u Kayserî , Sadereddin Konevi gibi düşünürler, Hızır’ı Kıyamete kadar yaşayacak bir şahıs olarak görmezler ve Hızır’ı görmenin aslında kendilerine ait bir vasfı görmek olduğunu hatta bunun kendi ruhlarının bir tezahürü olduğunu söylerler. Bu şekliyle bu açıklama günümüzde de kabul edilebilir bir açıklamadır. İnsanın en zor gününde onu kurtaracak güç yine kendi içinden çıkmaktadır. Hele bir kere Evren’den istemeye görsün.

HIZIR VE HIDIRELLEZ

Yine aslı konumuza dönersek, Hızır’ın Bahar kültlerine karışması ilginçtir. Hızır sözcüğünün etimolojisi aslında çok ilginçtir. Hızır’ı hız ve ateş ile ilişkilendiren olmuştur.

Mirali Seyidov’un aktardığı bir mani de bu bağlamda önemlidir:

“Hızır, Hızır hız getir,

Var dereden od getir,

Hızır’a Hızır deyirler,

Hızır’a çırağ koyurlar.”

Hızır bu anlamıyla da Bahar’da havaların ısınmasını temsil etmektedir. (Cemre inancı ile de karşılaştırılabilir)

Ancak öte yandan Hıdır sözcüğünün “yeşil” ile olan ilgisi, “Hıdırlık”  sözcüğünün “Yeşillik” anlamına gelmesi düşündürücüdür. Ayrıca halk inançlarında yer alan ve Hızır’ın yeşil giymesi ile ilgili inançlar, Hızır’ın dolaştığı ya da namaz kıldığı yerlerin yeşermesi, Kuzey Batı Avrupa inançlarındaki “Green Man” / “Yeşil Adam” inancını anımsatmaktadır. Bu bağlamda Hıdırellez’in yaz başlangıcı olarak kabul edilmesi de anlamlıdır. Ayrıca Bahar da kış karanlıklarında tam bir kurtarıcı olarak gelmektedir.

Hızır – İlyas beraberliğine çok fazla girmeden, İlyas Peygamber hakkında Tevrat’ta yazılanları düşünürsek ve İslam inancı ile karşılaştırırsak aslında İlyas’ın da Hızır’a benzer özelliklere sahip olduğunu, Hızır-İlyas birleşmesinin aslında Hızır’ın bu gücü eline aldığı zaman olduğunu da düşünebilriz.

Sonuçta, İslam öncesi, Türk paganizmine ait bir inancın, İslam kültürü ile birleşmesi bugünkü Hıdırellez inancını doğurmuştur. Hızır, bizim içimizdeki bir güçtür, ve Bahar da içimize aydınlığın gelmesidir. Eğer bunun idrakine vararak kutluyorsak bu bayramı çok daha anlamlı olmaktadır.

Bu arada bir Internet sitesinden , bir Hızır makamı ile ilgili aldığımız bir bilgiyi de paylaşmakta yarar görmekteyiz. Kaynak : http://turkoloji.cu.edu.tr/CUKUROVA/sempozyum/semp_3/kalafat.asp )

Hıdır Türbesi : Hatay ili Samandağ ilçesi Merkez Deniz Sitesi’ ndedir. Burada Hızır ile Musa Peygamberin buluştuğuna inanılmaktadır. Bu türbeyi alevi inançlı bir Müslüman vatandaşın yaptırdığı ifade edilmektedir. İç mekanı olan üstü kubbeli ve etrafı yuvarlak duvarla çevrili beton bir binadır. Kıble tarafında mihrabı, para kasası, Kelam-ı Kadim dolapları ve ayakkabılıkları vardır. George adında bir Hıristiyan din görevlisinin irşat yaparken burada şehit olduğu ifade edilmektedir. Her yıl 23 Nisan’ da bu türbede anma törenleri yapılmaktadır. Müslüman ve Hıristiyan halk dualarının burada kabul olacağına inanmaktadır. Hızır Aleyhisselam ve Musa Aleyhisselam gibi zatlar ruhaniyetinden feyiz bekledikleri ve istimdat ettikleri, ayrıca yaya ve araba ile etrafında tavaf edilircesine birkaç defa dönüldüğü bilinmektedir. Burası Kuran-ı Kerim’ de geçen Musa Peygamber ile Hıdır Aleyhisselam’in kıssalarında geçen Menal Bahreyn olarak geçen yer olduğu kabul edilir. İç duvarlardaki mermerlerin üzerine bazı ayetler yazılıdır. Bakımı Müslüman cemaatten alevi Şeh Sair Dönmez tarafından yapılmaktadır. Yılda 15-20 bin ziyaretçisi vardır.

 

Bu gibi Hızır makamları Anadolu’nun bir çok yerinde vardır. Burada dikkat çeken bir husus da , Hıdırellez ile Aya Yorgi/ St. George arasındaki bağlantıdır.

Aslında bu bağlantı sadece burada ortaya çıkmamaktadır. Eskiden Anadolu’da Aya Yorgi günü “Yeşil Yorgi” günü olarak da 6 Mayıs tarihinde kutlanmaktaydı. (Bu eski takvimde ilginç bir şekilde 23 Nisan tarihine denk gelmektedir.) Bu kutlamalar – Hıdırellez ve Aya Yorgi- Anadolu’da bir çok yerde aynı güne gelmekteydi.

Hıdırellez’in 6 Mayıs tarihine denk gelmesi Hristiyan kültüründen bir etkilenme olarak düşünülse de, bunların çok eski bir bayramın Anadolu kültürüne geçmiş halleri olarak düşünmek daha doğru olacaktır.

AYA YORGİ

Çocukluğumdan kalan bir önemli gün de, biz “Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı”nı kutlarken , Rumların da Aya Yorgi günün kutlamaları idi. Bir çok bayram, İstanbul’un bu solan renkleri ile solsa da 23 Nisan Aya Yorgi günü her zaman coşku ile kutlanmıştır.  Özellikle Büyükada’da , Aya Yorgi Manastırında her sene büyük bir coşku ile kutlanmaktadır.

Sabahın erken saatlerinden itibaren, Ortodoksu, Müslümanı hatta Paganı hevesle yokuşu tırmanmakta, (Müslümanlar da, eskiden Anadolu’da olduğu gibi medet ummak amacı ile Rum bayramlarına da katılmaktadırlar, buna da herhalde en çok yol kenarlarında İncil dağıtan küstah misyonerler sevinmektedir), sonra da Ada’da imal edildiğini sandıkları şarabı içmek için kuyruğa girmektedirler. 

Peki coşku ile kutlanan bu günün adandığı Aya Yorgi kimdir?

Aya Yorgi, Roma İmparatoru Diocletanius zamanında yaşamış bir askerdi. Korusuzluğu ile ün yapmıştı. Hristiyanlığı seçen Aya Yorgi, pagan törenlerine katılmayı reddetmekteydi. Yaşadığı dönem, Diocletianus’un zulum dönemine denk düştüğü için bu affedilebilecek bir şey değildi. Bir çok işkenceden sonra İzmit civarında idam edildiği düşünülmektedir.

Ancak Aya Yorgi’yi Hristiyan alemide meşhur eden bir ejderhayı öldürmesidir. İkonlarda da zaten ejderhayı öldüren kahraman olarak resmedilmektedir.

Tabii ejderhayı öldürme, Osiris’ten, Hitit’lerin İlluyanka ejderine (bkz. http://www.anadolumitolojisi.sayfasi.com), Apollon’a kadar varolan bir motiftir ve baharın gelmesi ile alakalıdır. Ejderi öldürmek aynı zamanda (Herakles efsanesinde olduğu gibi) içimizdeki korkuyu da öldürmek anlamına da gelmektedir.

Ejderhayı öldürmenin bahar kültleri ile olan ilgisini düşünürsek, Aya Yorgi’nin Bahar kültleri ile de birleştiğini düşünebiliriz. Bu nedenle 23 Nisan’da kutlanan Aya Yorgi günü aynı zamanda bir Bahar kutlamasıdır ve bu şekli ile Anadolu’da da varolmuştur.

Erhan Altunay